Manzarayı Ağlatan Adam: Sait Toprak

Sergi başlığını “İnsanın Petrol İçtiği” olarak belirleyen Sait Toprak, sergide, yaşadığımız olumsuzlukları resimlerinde doğa üzerinden yansıtıyor. Resimlerde gösterilen ortam hem yaşadığımız çağın gerçeklerini çağrıştırır hem de olası geleceğimizde olacak olanı yansıtır. Gelecekte olacak olanın yansıması ise resimlerde düş–gerçek karşıtlığında kurgulanır.

          Sait Toprak, akrilik, yağlı boya, kağıt vb. malzemeleri üst üste katmanlarla yüzeyi hareketlendirdiği yapıtlarında, insanın doğada yapıp ettikleri ve arkalarında bıraktıkları yıkıcı tahribatı konu edinir. Tema, insan ve doğa üzerindeki olumsuzlukları gücü elinde bulunduranların yönlendirmeleriyle yaşanan acı gerçeği imler. Resimlerinde, çevresinde gördüklerini, gözlem, araştırma ve sezgi yoluyla yeniden kurgulayan sanatçı, doğayı metafor olarak insanın kendisine dönüştürür. Bir anlamda resimlerde ‘insanın doğası’ diyebileceğimiz mekânlar (manzaralar) öne çıkar. Manzara içinde yer alan temsillerin keskinliği, renk ve malzemenin yarattığı dokularla belirginleşir. Temsilleri ortaya çıkaran rengin ve dokunun kullanım şekli manzaranın sessizliğini, dinginliği bozar. Resimlerdeki atmosfer sanatçının da beirttiği gibi, ‘distopik anlam akışı içinde biçimlenir.’ İnsansızlaştırılan ve yaşam belirtisinin azaldığı görülen manzaraların atmosferi adeta insana gelecekten kaygılanmamız gerektiğini çığlık çığlığa hissettirir. Zaman zaman buna benzer ortamları gerçek yaşamda da deneyimleriz.   

          Son birkaç yıldır Batman Üniversitesi’nin daveti üzerine Batman’a gidiyorum. Üniversitenin kampüsü şehirden 25-30 km uzakta kurulmuş. Yeşilin çok az olduğu bu şehir merkezinden kampüse doğru gittikçe yeşil alan neredeyse yok denecek kadar azalır ve sizi küçük tepeciklerin üzerinde petrol sondaj makinalarının göründüğü uçsuz bucaksız bir arazi karşılar. Toprak renginden ve sıcağın yarattığı kasvetten başka bir coğrafyaya geldiğinizi anlarsınız. Bir aracın motor sesi ve içinde birkaç kişinin soluk alıp verişi dışında neredeyse yaşam belirtisi yok olur. Sıcak ve güneşin güçlü etkisinden olsa gerek, sondaj makinalarının ve tepeciklerin gölgeleri petrol rengine dönüşür. İki renk hakim olur ortama: zift siyahı ve toprak sarısı. Oradan her geçtiğimde ortamın etkisiyle üstüme bir tedirginlik çöker. Ruh halim değişir ve nedendir bilmem, gelecek kaygısı ve korkuya benzer bir duygu bir süre zihnimi meşgul eder. Sait Toprak’ın resimlerini her gördüğümde buna benzer duyguları hissederim. Bu duygunun resimlerdeki yaratılan atmosferden kaynaklı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bir sanat eserinde en önemli sorunlardan biri, ele alınan konuyu tematik olarak resme yansıtabilmenin yanında alımlayıcıya da geçirebilecek atmosferi yaratabilmektir. Bu da sanırım, gerçek yaşamın dinamiklerini kavrayarak, kendi tarihinin oluşturduğu sanatı bulmaya çalışmak ve içeriği belirlerken de diyalektik düşünce sürecinden uzaklaşmamayı gerektirir. Yalnızca diyalektik düşünceyle kendimizi sürekli yenileyebiliriz ve yaşamın gerçekliğini kavrayabiliriz. Toprak’ın resimleri hem görüntü hem de anlam katmanları bakımından bu diyalektik gerçekliği yansıtır. Bu diyalektiğin kaynağı resimlerde, gerçek ve düş – kurgu ve gerçek karşıtlığında görülür. Yaşanmışlık izleri ve yaşanacak olanın trajik boyutları resimlerde sorgulayıcı ve eleştirelliğiyle kavramlaşır. İmgeler, boya ve diğer malzemelerin üstüste yaratılmış yoğunluğuyla gerilime yol açar.

          Manzara resmi doğanın eşdeğeri olarak sanat tarihinin neredeyse tamamında ve “tür” olmaya başladığından bu yana insanın sürekli ilgi odağında. Manzara resminin doğayı yansılayan varlığıyla kurduğumuz duyusal, duygusal ve estetik ilişkimiz sonucu, diyalektik gereği onun hem sürekliliğine hem de sık sık ölümüne tanıklık ederiz. Her yeni olma hamlesi sonrası hızla akademikleşen, kiçleşen bir türdür manzara resmi. Buna karşın manzarayı tercih etmek, alımlayıcısını yeniden bu türün içinden ikna etmeye çalışmak, dahası oradan bir bakış açısı ya da bir dil yaratmak kolay olmasa gerek. Ancak bu, kaynağını yaşamdan, yaşanmışlıktan alan yaratıcı, sorgulayıcı ve eleştirel bir tavır sergilemekle olur. Sanırım Sait Toprak’ın yakaladığı çizgi bu.

Prof. Dr. Cebrail Ötgün